Soruyu soran görünüşte bu kardeşiniz olabilir. Ama aslında soru sahibi ben değilim, sevgili Resulümüz (s.a.v).
Sorunun muhatabı görünüşte küçük Peygamber mescidine sığmış, sabah namazı sonrası toprak zeminde bir araya gelmiş bir avuç kutlu sine olabilir. Ama aslında sorunun muhatabı, sizsiniz. Yetimler deyince aklınıza saadet asrında bir bayram kendi dünyasına gömülmüş, hüzünleriyle baş başa kalmış küçük yetim kız ve onun gibi yüzlerce şehid çocuğu gelebilir. Ama o kadar değil. Çevrenize bir bakın Allah aşkına, savaş devam ediyor mu, etmiyor mu? Kılıçla kalkanla üç beş ailenin çocuğu yetim kalıyordu. Bu gün sadece bir bomba binlerce ailenin ocağını dağıtmaya yetmiyor mu? O halde yetimler hala içimizde. Görülüyor ki, Kur’an’ın şaşırtıcı bir şekilde ısrarla gündeme getirdiği yetim çocuklar konusu, hala gündemimizin üst sıralarındaki yerini koruyor.
Cenab-ı Hak, 20 küsur ayet ile farklı bağlamlarda bu konuya temas ederken, hepsinde tek bir vurgu yapıyor: Hassasiyet, duyarlılık ve toplumsal sorumluluk… Yetimler yokmuş gibi yaşayamayız. Vicdanınız el verirse yoksulları senede birkaç kez hatırlamakla yetinebilir, bunun dışında kendi geçimleriyle onları baş başa bırakabilirsiniz. Fakat yetimler, birkaç defa yardım etmekle uhdenizden düşecek türden bir hizmet dosyası değildir. Hamisiz bir yetimin akıbeti, toplumun tüm babalarını ilgilendirir. Gözyaşı silinmeyen bir öksüz, toplumun tüm annelerinin ortak derdidir. Elbette sorumlulukta müşahhas adres devletlerdir. Ancak dinine ve insanlığa hizmet etmek isteyen gönül erleri, bu ağır yükü kolayca başlarından savuşturamayacaklarını bilir ve yaşatma arzusunu iliklerine kadar hissederler. Mahallesindeki yetimlerden haberi olmayan, bunu bırakın akrabalarından yetim kalanların hangi şartlarda hayatlarına devam ettiği hakkında hiçbir fikri bulunmayan bir insan, yetim başı okşamanın ne manaya geldiğini nereden bilebilir?
İki sokak ötede sarılıp yürekten seveni olmadığı için tıbbın söylediğine göre hormonları bile altüst olmuş yetim bir çocuk beklerken, beyimiz kalbini yumuşatmak için hocalardan deva sorar. Binlik tesbihlerden birini elinden bırakırsa diğerini alır. Rikkat kazanmak isteyen iyi niyetli hanım kardeşimiz, yüce Allah’ın kendisine vermiş olduğu o müthiş annelik enerjisini öksüz bir çocuk için yeniden kullanılır hale getirmek yerine, çarşamba gününün namazını ayrı, pazar gününün bin bir kere tekrar edilmesi gereken falanca tesbihatını ayrı takip eder.
Bunlar saf ve temiz Müslümanların güzel hassasiyetlerinin yansımalarıdır, orası kesin. Fakat bu kadar bireysel düşünmek yerine, kafayı sadece alacağımız ecrin yedi yüz mü, bin mi olacağına takmak yerine, birilerine faydalı olmayı da hesaba katsak daha güzel olmaz mı? Kalbimizin incelmesi için ne yapmamız gerektiğini bir de Peygamberimiz (s.a.v)’e sorsak olmaz mı? Eğer sorsaydık, “Kalbinizin yumuşaması için postunuza kıvrılın, kendinizden başkasının yaşadıklarıyla ilgilenmeyin, dünya yansa, insanlar türlü sıkıntılar içinde kıvransa da siz hiçbir şey yokmuş gibi camide nafilelerle ilgilenmeye devam edin” demediğini görecektik.
Eğer işimize gelseydi de bir sorsaydık O’na, gece hayatında bütünleşmemiz gereken seccadenin çapıyla gündüzümüzü de sınırlandırmamızdan hoşnut olmadığını duyacaktık. Mesaimizi değerlendireceğimiz adres olarak bize yetimleri, açları, darda kalmışları, bilgiye muhtaçları, arası bozulmuşları, hastalanmışları gösterdiğini anlayacak; pergelin sabit ayağını seccademizden ayırmamakla beraber hareketli ayağıyla tüm bu kapıları çalmak zorunda olduğumuzu fark edecektik. İyiliğe iyilik edenin iyilik edilenden daha muhtaç olduğunu idrak edip, hizmetin en çok hizmetçinin işine yaradığını hayretle görecektik. Bir sahabe sevgili Resulümüzün huzuruna gelip kalbinin katılığından yakınmış ve çare sormuştur. İyi ki de sormuştur, siz de içinizden tekrar edin: “Modern hayatın, seküler sistemlerin içinde kasvet ve kasavet içinde kalmış kalplerimizi yumuşatmak için ne buyurursunuz Efendim?” Şimdi Mürşidler Seyyidi’nin katı kalplerimize keskin nazarıyla bakıp teşhisini koyduktan sonra vereceği tavsiyeyi pür dikkat dinleyin: “Kalbinin yumuşamasını istiyorsan, yoksulu doyur ve yetimin başını okşa.” Nasıl manyetik bir alan oluşuyor ki, bir yetimin başına temas eden el, kalbe sinyaller gönderen bir merhamet dâisi ve onun rikkat ve letafet kazanmasındaki en etkin bir faktör haline geliyor. Merhametin artması için yetimin sırtını sıvazlamak değil, koluna girmek, aylık giderini üstlenmek değil, başını okşamak gerekiyor. İhtimal psikolojik bir analiz yapılsa, yetimin üzerinde en çok müsbet tesir gösteren davranışın başını okşamak olduğu ortaya çıkar.
“Benim amacım merhametimin artması değil, daha çok sevap almak, ecrin miktarını artırmak, o halde ne yapayım?” mı diyorsunuz, o halde siz de şu hadise kulak verin: “Kim Allah rızası için bir yetimin başını okşarsa, elinin dokunduğu her saç sayısınca iyilik yazılır. Kim yanında bulunan yetim erkek veya kız çocuğa iyi davranırsa, ben ve o, (iki parmağını göstererek) cennette şu ikisi gibidir.”
Gelişen ulaşım imkânları sayesinde burnumuzun ucu haline gelen yerlerde meydana gelen çeşitli musibetler defaatle hatırlatıyor ki, dünyada doğal afetler, iç çatışmalar, savaşlar sebebiyle her geçen gün yetim ve öksüz yavrularımızın sayısı artıyor. Sudanlı yetimler, çok zor şartlarda Kur’anî ilimler ile hemhal olurken, açlıktan baygınlık geçiriyorlar. Bunlar bir tarafa, boşanan ailelerin analı babalı çocukları, çoğu zaman yetimlerin kaderleriyle paralel bir hayat yaşıyorlar. Şuurlu kardeşlerimizin kurduğu yardım kuruluşları, her biri kendine has rengi ve ıtırıyla oradaki yetim bir gönle dökülmeye gidiyor, buraların yollarını aşındırıyorlar.
Bu kurumlara destek olmak elbette yetimlerle ilgili bir şeyler yapmış olmak demektir. Ancak kalbinizin yumuşamasını istiyor, hayatınıza derinlik katmak istiyorsanız uzaktan yardım ya da birkaç kere muvakkaten yardım yetmez. Sahabeden birinin vefat etmeden evvel Kebşe, Habibe ve Faria adındaki üç kızını Efendimiz’in himayesine verdiğini söylemesi üzere, Hz. Peygamber hangi hanımının yanına kalmaya gitse onları da götürür olmuş ve hatta evlilikleriyle bizzat ilgilenmiştir. Şu halde çeşitli projeler düzenlenmeli, bu yetimleri hamileriyle buluşturmanın ve bu ebeveynçocuk ilişkisinin sadece maddî yardım boyutuyla sınırlı kalmaması için farklı yollar aranmalıdır. Elimiz çok uzaklara kadar uzanmışken bu hizmeti bir çıta daha yükseltmemizi engelleyen hiçbir şey yoktur. Hem imanımız, hem imkânımız, hem hizmet gönüllülerimiz ve hem de organizatörlerimiz elhamdülillah mevcuttur.
O halde artık birbirinize, “Zilhicce orucunu tuttun mu, bu sene de umreye gidecek misin” gibi soruların yanında, “Bu gün bir hasta ziyaret ettin mi, bir yoksulu sevindirdin mi, bir yetim başı okşadın mı” diye de sorun. Ta ki bir gün karşılaşır da rüyetiyle müşerref olursanız, sevgili Peygamberimizin soracağı muhakkak olan bu sorulara verilecek cevaplar devşirin, durmayın azık edinin…
Yorum yok