Rabbimiz dünya hayatında karşılaşacağımız imtihanların şeklini, tıpkı geçmiş ümmetleri “bazen nimetlerle, bazen musibetlerle imtihana çektiği” (Araf, 168) gibi, “Sizi bir imtihan olarak iyilikle de kötülükle de deneyeceğiz.” (Enbiya, 35) buyurarak haber veriyor.

Demek ki bir nimete mazhar olmak da, bir musibete duçar olmak da eşit derecede sınanma sebebi sayılmalıdır. Hatta Hz. Ömer (r.a)’ın, nimetle sınanmanın musibetle sınanmaktan daha zor olduğunu ifade sadedinde şöyle dediği rivayet olunur: “Zorlukla sınandık ve sabrettik. Bollukla sınandık ve sabredemedik.”

Her insanın başına iyi ve kötü şeyler geleceği muhakkaktır. Ancak mü’mince bir duruş sergileyenlerin, hayatın bu inişli çıkışlı seyri karşısındaki tavırları bellidir. Bir diğer deyişle imanın hayat içindeki görünümüne, darlık zamanında ise “sabır”, bolluk zamanında ise “şükür” denebilir.

‘Şükr’ sözlükte; hayvanların bedenlerinde yedikleri gıdanın etkisinin apaçık ortaya çıkmasıdır. Din dilindeki ‘şükür’ de bunun gibidir. Yani ‘şükür’, Allah’ın ni’metinin etkisinin kulun dilinde ‘itiraf ve övgü’ olarak, kalbinde ‘şahitlik ve muhabbet’ olarak, organlarında da ‘itaat etme ve boyun eğme’ olarak, dilde ‘zikir’ olarak ortaya çıkmasıdır. ‘Küfr’ ise, ni’met vereni inkâr edip onu gizlemektir.

Peki günlük dilde şükrün müteradifi olarak kullandığımız hamd ne anlama gelir? Öncelikle şunu belirtelim ki hamd etmek, her hal ve duruma şamil bir mümin tavrıdır. Eskilerin eskimez ifadesidir: “el-hamdulillahi ala külli hâl, sive’l-küfri ve’d-dalâl: Küfür ve dalalet olmasın da, onun dışında kalan her hale hamd olsun!” Şükür, kendisine şükredilen şeyi artırır. Bu sebeple sözgelimi başımız ağrıdığında veya hastalandığımızda “çok şükür” değil, “hamdolsun/elhamdülillah” dememiz gerekir. Buna göre hamd ile şükür arasında temelde iki fark olduğu söylenebilir. Bunlardan ilki şudur: Hamd bir nimete karşılık da yapılır, nimet olmaksızın da yapılır. Ancak şükür yalnızca bir nimete karşılık yapılır. İkinci fark ise şöyle özetlenebilir: Hamd yalnızca dille yapılırken, şükür hem dil, hem de diğer organlarla yapılır.

Şunu da hatırlatalım ki ister sözle, ister ibadetle, ister hayır hasenatla ifade edilmiş olsun, şükür nimetin bedeli değildir. Çünkü bir insan hayatı boyunca şükretse, gece gündüz hiç durmadan namaz kılsa, herhangi bir organının, bir tek nimetin bedelini bile ödemiş olmaz. Kaldı ki Cenab-ı Hakk’ın, kullarının teşekkürüne ihtiyacı da yoktur. Şükür, Allah’ın azameti karşısında kulun aczini fark ve itiraf etmesi, haddini bilmesidir. Bu nedenle Kur’an’da (Neml, 40) Hz. Süleyman a.s.’a söyletildiği gibi, “Her kim şükrederse, kendi iyiliği için şükretmiş olur.”

Meşhur kaidedir: Her nimetin şükrü kendi cinsinden olur. Mesela dilin şükrü, yalan, gıybet, iftira, mâlâyani sayılabilecek sözlerden sakınıp zikretmesidir. Gözün şükrü, harama bakmamak, müslüman kardeşinin ayıbını görmemek, olaylara ibretle nazar eylemektir. İlmin şükrü, bildiğiyle amel etmek, emr-i bi’l-maruf yapmaktır. Malın şükrü zekâttır, sadakadır.

Hak dostlarından birine ait şu tesbitler ne kadar çarpıcıdır: “Bir nefeste iki nimet vardır (Birincisi nefesi alabilmek, ikincisi aldığı nefesi verebilmek). Bunun için her nefese iki şükür lâzımdır. Her saat bin nefes ve her nefese iki şükür olmak üzere yirmi dört saatte kırk sekiz bin şükür gerekir. Bir insan bütün işlerini bırakıp “şükür, şükür” diyerek Allah Teâlâ’ya devamlı hamd ve şükretse, yine de şükrün hakkını veremez. Mâlûm oldu ki, Allah Teâlâ’ya şükrün binde birini edâ edemez.”

Kulun şükür hususundaki bu mutlak aczi yüzündendir ki, İhya’da geçen bir rivayete göre Hz. Musa Cenâb-ı Hakk’a: “Ya Rabbi! Sana şükrüm, Senden bana verilen ayrı bir nimettir ki, o da ayrı bir şükür ister. (O halde Sana lâyıkıyla nasıl şükredebilirim?)” dedi. Allah Teâlâ, Musa (a.s)’a şöyle vahyetti: “Her nimetin Benden olduğunu bildiğin vakit, Ben de bu bilgini şükür olarak kabul ederim.”

Rabbimiz, “Kullarımdan şükredenler pek azdır.” (Sebe, 13) buyurarak, nimetlerle sarmaş dolaş olduğu halde onların sahibinden yüz çeviren cüretkar kullarını adeta ilahî bir sitemle teşekküre çağırmaktadır. Bu nedenle, o bahtiyar azlardan olmak için, sevgili Rasulümüz (s.a.v)’in şu duasını dilimizden düşürmeyelim: “Allah’ım! Seni zikretmek, sana şükretmek ve güzelce ibadet etmek için bana yardım et.”

Yorum yok

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir