“Andolsun ki, Rasulullah, sizin için, Allah’a ve ahiret gününe kavuşmayı umanlar ve Allah’ı çok zikredenler için güzel bir örnektir.” (Ahzab, 21)
O’nun viladeti, tarihin seyrini, hayatın akışını değiştiren bu eşsiz olay, dünyayı yerinden sarsan değişimlerin en büyüğü idi. Bizler inanıyor ve iman ediyoruz ki, hiçbir faziletin, hiçbir bölümünde O’nun eşi, benzeri yoktur. O (s.a.v), bütün yüce hasletlerin en zirvesinde bir zirve insandır.
Kur’an, bize Efendimiz’in emrettiği şeyleri eksiksiz yerine getirmemizi açıkça emreder (Haşr, 7). Bir başka deyişle bu emri yerine getirmek üzerimize farz kılınmıştır. İyi ama Efendimiz (s.a.v)’in bize neyi emrettiğini nereden bileceğiz? Bu sorunun yanıtı, O’nun sünnet-i seniyye’sini bilip öğrenmenin de üzerimize vecibe olduğu neticesini veriyor. Demek, Hz. Peygamber’in hem sözlerini, hem de mübarek hayatlarını öğrenmek bir fazilet emaresi olarak değil, belki bir ödev ifası olarak nazara alınmalıdır.
Efendimiz (s.a.v)’i sevmek, bir yürek taşıyan her müslümanın boynunun borcudur. Ancak biliyoruz ki muhabbet, iradî bir amel değildir. Yani birini sevip sevmemek çoğu zaman elimizde olmaz. Evet, muhabbet, belli süreçlerin verdiği neticedir. Yani Hz. Peygamber’e duymayı hayal ettiğimiz koyu kıvamlı muhabbetin bir gün gökten zembille kalbimize indirilivereceğini sanmak, kocaman bir yanılgıdır. O sevgi bir sonuçtur ve yüreğimize konuk olmak için bizden bir dizi öncülü hayata geçirmemizi beklemektedir. Bunun ilk şartı, kuşkusuz O’nu daha yakından tanımaktır. Zira diğer tüm insanlar tanındıkça hataları su yüzüne çıkacağı için sevgi ve saygıda azalma yaşanırken, Rasul-i Ekrem (s.a.v) tanındıkça hayranlık artmakta ve muhabbet zirve noktasına çıkmaktadır.
Öte yandan sevgimizi ölçmek için kullanabileceğimiz bir turnusol kağıdı da yoktur. Şu halde O’na duyduğumuz sevginin derece ve samimiyetini nasıl ölçebiliriz? Düşünün ki, bir çocuk hasta olan annesine günde yüz defa “Anneciğim, seni çok seviyorum.” dediği halde, bir kase çorba içirmiyor, doktora götürmüyor yahut ilaçlarını almasına bile yardımcı olmuyor. Hemen her idrak, bu sözde sevginin gerçekliğinden söz etmenin mümkün olmadığını teslim eder. Şu halde sünnetin terk edildiği, risalet misyonunun sahipsiz kaldığı böyle bir dönemde, O’na olan sevgimizi yalnız medhiyeler dizerek izhar etmek, çok gerçekçi değil, en azından yeterli değildir. Bu iddiada ciddi olduğumuzu yaptıklarımızla kanıtlayalım. Şayet Efendimiz’in çağdaşı olan bir arkadaşı olsaydık, örneğin bir savaş sırasında, mübarek cismi ile olası bir suikast arasına bedenimizi perde yaparak sevgimizi kanıtlayabilirdik. Ne var ki Allah Rasulü’nün varlığına yönelik bir suikast ihtimali, bu gün itibariyle yoktur. Geride bıraktığı vahiy ve sünnet mirası içinse pek tabii aynı şey söylenemez.
Hicrî olarak sevgili Peygamberimiz’in doğum yıldönümü, O’nu anmak için elbette iyi bir vesiledir. Ancak hemen belirtelim ki belli gün ve gecelerde Efendimiz’i anmak, mü’min için terakki sayılamaz. Çünkü arada bir çıkarıp bakılan albümler, yılın geriye kalan kısımlarında tavan arasına kaldırılıyor demektir. Yani Efendimiz’i tarihin bir konusu haline indirgemedikçe, O’nu arada bir anmakla teselli bulmamız ve hatta övünmemiz olacak şey değildir. Şu halde dinimize geçmişte yaptığı katkılarından ötürü (!) belli zamanlarda anma programları düzenlemek, Efendimiz (s.a.v)’e karşı vefa borcumuzu ödemek anlamına gelmez. Yapılması gereken, bütün bir hayatı Rasulullah ile beraber yaşamaktır.
Allahumme salli alâ seyyidinâ Muhammedin ve alâ âli seyyidina Muhammed…
Yorum yok