Çin işgali altındaki Doğu Türkistan, ahiret boyutu olan İslam kardeşliğimizi, ölü mü diri mi diye yokladığımız vicdanımızı, yer yer yükselen hissiyatımızı etkileyen bir mesele kuşkusuz.
Ancak biz bu coğrafyanın insanları olarak Anadolu’nun her köşesini evinin bir parçası sayar, aynı dili konuştuğumuz, benzer kültürleri paylaştığımız her yeri memleket nazarıyla bağrımıza basarız. Yani meselenin imanî boyutundan içeri bir de böyle millî bir boyutu var. Bizim özgün anlayışımızda Konya ne kadar önemliyse Kaşgar da o kadar önemlidir. Kazakça, Uygurca konuşan aynı dil ailesine mensup olduğumuz, benzer toplumsal gelenekleri, aynı itikadî hakikatleri paylaştığımız kardeşlerimiz ve ne yaşadıkları elbette herkesten çok bizi ilgilendirmektedir. Konuya bir başka zaviyeden yaklaştığımızda gönül coğrafyamızda Filistin davası neyse, Doğu Türkistan davası da odur. İdlib’in mazlumları nasıl canımızı yakıyorsa, Kudüs’ün düşmemesi ne ifade ediyorsa Doğu Türkistan’ın bağımsızlık mücadelesi de bizim için aynı anlama geliyor. İstanbul bu vücudun gözüyse, Uygur kardeşlerimizin imar ettiği şehirler kulağı hükmünde; Arakan, Moro, Sudan gibi O da bu ailenin bir ferdi.
Peki İsrail zulmü için hiç tereddütsüz duada birleşen ellerimiz, Çin zulmü söz konusu olduğunda daha ne kadar bir açılıp bir yumulacak? İsrail’e destek veren ürünlerin boykotu artık eskimiş bir mevzu olarak çoktan zihinlerimizde, oradan da mutfaklarımızda ve hayatımızın diğer şubelerinde yerini almışken, Çin malının boykotuna dair bir iki çift laf etmek bile niye yürek istiyor? Al bayrak hepimizin kalbinde aynı heyecanı uyandırırken, Gökbayrak neden aynı kalbin ritminde milim değişikliğe neden olamıyor? Hiç değilse susturulan ezanlar, yakılan camiler, akıl almaz işkencelerle Allah’ı inkâr etmeye zorlanan yiğitler, bir nesil sonra bir Çinli gibi konuşup bir Çinli gibi inanmaya programlanan köleleştirilmiş 5 milyon Müslüman, babasız evler, çocuksuz anneler bam telimize dokunmalı değil miydi? Çocuğumuz Doğu Türkistan diye ağlayan annesini görmeli değil miydi seccadede, sofrada lokmalar boğazımıza dizilmeli, akşam evimizin kapısını güven içinde kilitlerken yatağını bir Çinliyle paylaşmak zorunda kalan hanım kardeşimizin mıhlanmış bakışlarını hissetmeli değil miydik üzerimizde?
Emperyalist Batı ve zalim Çin yeni bir kurban istiyor, kanla beslenen m/bedeviyetler gözümüzün içine baka baka bir uzvumuzu koparıp yutmak, Firavun mantığıyla erkekleri öldürüp kadınları hayasızlaştırarak bin yıllık bir senaryoyu yeniden sahnelemek istiyor. Bu kıyım durmadan yeni meseleleri konuşup tartışmaya inanın hakkımız yok! Toplama kamplarında ilk fırsatta intihar ederek ya mezarda ya revirde gözlerini açanlar, Çince öğrenmeye zorlandıkları tıklım tıklım yetimhanelerde bir taraftan yarası dağlanan bir taraftan beyni yıkanan evlatlar, kayıp yavrularının ölüsünü bulsa rahat bir oh çekecek analar… Her gün Uygur Türkleri’nin ne yaşadığıyla ilgili buna benzer onlarca haber okuyor, video izliyor, yorum yapıyoruz. Bu paylaşımları beğenmenin ya da başkalarına iletmenin dışında, Çin’i kötüleyip yuhalamanın üstünde yapılacak başka bir şey olmalı. Vatanımız düşman postalıyla çiğnense, askerimiz, evimiz, okulumuz aynı anda elimizden çekilip yok edilse zannediyorum sanal tepkiyi bir kenara koyar, topyekûn gerçek bir reaksiyon gösteririz. O halde nerede bunun onda biri büyüklüğünde sahici tepkimiz? Şunu kabul edelim; bu konuyu içselleştirmek, normalleştirmek, yok saymak, gelgeç bir gündem maddesi telakki etmek, dua etmeye bile gocunmak, iki damla yaş akıtmayı zaid görmek gibi bilumum denî yaklaşımlar aslında Çin zulmünden daha büyük zulüm…
Neden mi? Çünkü bizim için ahirette kendi defterimizde göreceğimiz küçük bir günah, Çinli bir şakînin defterindeki nice büyük fecaatlerden daha ağırdır. Dünyada zulüm bitmez, hakla batıl savaşı da sona ermez; önemli olan bizim nerede durduğumuzun uzaktan bakıldığında bile belli olacak netlikte kesinlik kazanmasıdır. Unutmayalım, bizi son tahlilde ilgilendiren Müslüman bir Uygur’a türlü acılar yaşatan işkencecinin yaptıkları değil, bu meseledeki kendi tavrımızdır. Sizi temin ederim Avrupa Birliği’nin, Birleşmiş Milletler’in, uluslararası basının, falanca komitenin duruşlarına sövmeye harcayacağımız enerjiyi, kendi tepki mekanizmamızı geliştirmek için harcasaydık durum bundan daha farklı olurdu. Küçülen dünyada Uygurları evimizin diğer odasında yaşıyor gibi dokunulabilir bilseydik, asgari ücrete yapıl/may/an zam kadar meseleyi millîleştirebilseydik, minarelerin yalnız Türkiye’de değil bütün dünyada şeâir-i diniyeden olduğunu anlayabilseydik, inanın resim daha başka olurdu. Sahi, sizce de Doğu Türkistan o kadar doğuda mı?
Yorum yok