Borç alıp vermek, son tahlilde iktisadî bir mevzudur. Bu yüzden evvela ayet ve hadislerin penceresinden ekonomi meselesine eğilmemiz icab eder. Cenab-ı Hak Kur’ân-ı Kerim’de şöyle buyurur: “Rabbinizin nimetlerinden yiyin ve Rabbinize şükredin. İşte size güzel bir memleket ve çok bağışlayan bir Rab!” (Sebe, 15) Ayet iktisadî kalkınmanın ipucunu açıkça ortaya koymaktadır: Ey insanlar! Siz bir kısım yanlışlıklara girerek, size verilen rızkı, şükür içinde harcamayıp da israf eder ve size bahşedilen nimetleri lüzumsuz yere saçıp savurursanız içinde bulunduğunuz belde ‘tayyib/güzel’ olmaktan çıkar. Cenâb-ı Hak da size borçlanma, zelil düşme, iflas etme, faiz altında ezilme gibi sebepleri devreye koyarak azap eder, dolayısıyla da O’nun gufranına eremezsiniz.
“Yiyin ve için!” emri, iktisadî dengede işin bir tarafını teşkil ediyor. “İsraf etmeyin; zira, Allah israf edenleri sevmez.” (En’âm, 141) nehyi ise, diğer tarafını. Binaenaleyh biz, vücudumuz, dimağımız ve ruhumuz için, şükretmeyi netice vermeyecek şekilde saçıp savuramayız. “Akrabaya, yoksula ve yolcuya hakkını ver, fakat saçıp savurma! Çünkü saçıp savuranlar şeytanın kardeşleri olmuşlardır. Şeytan ise Rabbine karşı çok nankördür!” (İsrâ, 26-27)
Borç batağı, -zaruri durumlar dışında- çoğu kere sınırsız isteklerin sesine kulak verenleri kendine çağırmaktadır. Zaten ‘ekonomi’ demek bir ilim dalı olarak, “insanın sonsuz ihtiyaç ve istekleriyle, kaynakların sınırlılığı arasındaki münasebetleri düzenlemek” anlamına gelir. Buna göre diyebiliriz ki ev ekonomisini bilmeyen biri, ekmek almak için girdiği süpermarketten tencere alıp çıkar ve kendi yaptığına kendisi de şaşıp kalır. Bu vahim sona, ticarethanesinde, işyerinde ekonomi ilminden bihaber kimselerin gereksiz harcama ve yatırımları gibi daha bir çok örnek getirmek mümkündür.
Aslında hepimizin bu konuda bilinçlenmeye ihtiyacı olduğu su götürmez bir gerçek. Çünkü her insan, bütün bir ömür boyu, sonu gelmeyen arzular, ihtiyaçlar ve emeller ağında çırpınır durur. O, “Bir vadi altını olsa, bir ikinci vadiyi isteyecek” özelliktedir.
Peki borç ne demektir? “Geri verilmek üzere alınan para veya eşya; bir veya birkaç kişiye yahut bir kuruma karşı yerine getirilmesi gereken yükümlülük, ödünç.”
Daha yakından bakıldığında görülür ki insanların birbirleriyle yardımlaşma yollarından biri de borç alıp vermedir. Bir kimse borç verdiği paranın bir kısmını veya tamamını bağışlayabilir. Borçlusu güç durumda ise ona kolaylık gösterilmesine, hatta mümkün ise alacağın bağışlanmasına teşvik edilmiştir. Kur’an-ı Kerîm’de: “Borçlu darda ise eli genişleyinceye kadar ona mühlet verin. Bilmiş olsanız borcu bağışlamanız sizin için daha hayırlıdır” (Bakara, 280) buyrulur.
Günümüzde elden borç almanın yanında, maskelendirilmiş türden bir borç alma tutkusu hakim gibidir. Evet, sözünü ettiğimiz yaygın tuzak, kapitalizmin son icatlarından biri olan taksittir. Taksit, henüz kazanılmamış paranın harcanmasıdır. Bir başka deyişle ileriye dönük olarak borçlanmaktır. Makul düşünebilenler için bu tam bir felakettir. Bugün bir işiniz olabilir, sağlığınız yerinde olabilir. Borcunuzu ödeyecek durumda olabilirsiniz. Peki ya yarın? Yarın için bir garantiniz var mı?
Şu halde “Borç, yiğidin kamçısıdır.” gibi içi boş cümleler değil, Peygamber Efendimiz (s.a.v)’in borçtan Allah’a sığındığı şu mübarek beyan ile yönümüzü bulmaya çalışmalıyız: “Allah’ım cehennem azabından ve kabir azabından sana sığınırım. Mesih deccalin şerrinden sana sığınırım. Hayatın ve ölümün fitnelerinden sana sığınırım. Allah’ım günah işlemekten ve borçtan sana sığınırım.”
Yorum yok