Kur’an-ı Kerim kendisini, yine kendi içerisinde 55 adet ismiyle tanıtmaktadır. İşte bu sebeple Kur’an-ı Kerim’i tanıyabilmek için, öncelikle tüm bunların ve en başta “Kur’an”ın ne anlama geldiğini bilmek gerekmektedir. “Cem, okunmuş, okumak, kıraat” gibi manalara gelen Kur’an, kendisini takdim ederken; “Furkan”, “Nur”, “Burhan” gibi vasıflandırmalara başvurmaktadır. Şu halde O’nun taşıdığı özellikleri anlayamaz, yaklaşımımızda edep ve terbiyeyi benimseyemezsek, Kur’an bizlere hiçbir fayda sağlayamaz.
Kur’an’ın 1400 küsur sene evvel nazil olduğuna inandığımız gibi, okuduğumuz anda yeniden gönlümüze indirildiğine inanmıyor, bu hakikati müşahede edemiyorsak; tefsir kaynakları okumamız, ayetler üzerinde detaylı araştırmalar yapmamızın bir yararı dokunmayacaktır. Gönüller, O’nu okudukça inzali duyamıyorsa, ne Fahreddin Râzi, ne Elmalılı Hamdi Yazır dertlere çare olamaz. “Kur’an’ın manası senin kalbine yeniden nazil olmuyorsa, ne Razi’nin tefsiri, ne Zemahşeri’nin Keşşaf’ı, senin derdine çare bulamaz.”
Efendimiz (s.a.v) şöyle buyurmaktadır: “Kur’an’ı okuyun Çünkü Allah Teâla Kur’an’ı içinde bulunduran bir kalbe azap etmez” (Kenzü’l-Ummâl, 1:512)
Ebu Umâme el Bâhili ise şöyle buyurur: “Kur’an okuyunuz. Sakın bu duvarlarda asılı bulunan Mushaflar sizi aldatmasın. (Asılı mushaflarla yetinmeyiniz.) Çünkü Kur’ân’a kap olan bir kalbi Cenab-ı Hak azaba düçar etmez.”
Kur’an ayetlerini sadece okuyup anlamak yeterli değildir. Gereğince amel etmek, Kur’an okumanın şartıdır. Aksi, çok leziz bir yemek tarifini defalarca okuyup anlamaya benzer. Okuduklarını uygulamadıkça yemeğin lezzeti, okuyucuya hiçbir fayda sağlamaz. Kur’an okumada şu iki husus büyük önem arz eder:
Usul ve metodunu çok iyi kavramak
Gereğini yapmak
Kur’an hayatlarımıza nizam getirmek için gelmiş olup bir bilim kitabı değildir; buna rağmen pozitif ilimlerin henüz keşfettiği bazı hakikatleri asırlar evvelinden haber verdiğine de tanıklık ediyoruz. Bu konuda sayabileceğimiz onlarca misalden bir tanesini idraklerinize sunalım: “Rumlar, yenildi. Arapların bulunduğu bölgeye en yakın bir yerde/en alçak bir bölgede. Halbuki onlar, bu yenilgilerinden sonra birkaç yıl içinde galip geleceklerdir.” (Rum, 2-4) Bu ayette geçen yeryüzünün en alçak yeri anlamındaki “edna“ kelimesiyle ne murad edildiği, bilimin ilerlemesiyle elde edilen veriler sayesinde anlaşılmıştır. Zira önceden arzın neresinin daha alçak ya da daha yüksek olduğu bilinmiyordu. Bu ayetlerin indiği dönemde Romalılar (Bizans), İran’a yenilmişti. Romalılar, Hıristiyandı ve müslümanlar gibi tek olan Allah’a inanıyordu. Persler (İranlılar) ise Allah’a ortak koşan bir topluluktu. Bu yüzden Romalılar’ın yenilmesi, müslümanları üzmüştü. Ayet-i kerime’de, bu gün yenilmişlerse bile Bizans’ın ilerleyen günlerde İran’ı yeneceği müjdelenirken, sözü geçen savaş, bugünkü bilimsel verilerin tanıklığına göre gerçekten de dünyanın en alçak yerinde meydana gelmiştir. Bu yenilginin gerçekleştiği yer, Suriye, Filistin ve şimdiki Ürdün topraklarının kesiştiği bölgede yer alan Lut Gölü havzasıdır ve uzaydan çekilen uydu fotoğrafları, Lut Gölü’nün (Deniz seviyesinden 395 m. aşağıda) dünyanın en alçak yeri olduğunu ispatlamaktadır.
6 yy’da yaşayan Kur’an düşmanları, yine Kur’an’ın haber verdiğine göre O’nu gündemden düşürmek istediklerinde alkış tutup ıslık çalıyorlardı. 21 yy’ın Kur’an düşmanlarının yöntemleri ise biliyoruz ki çok daha çeşitli ve karmaşık. Kur’an bir kenarda okunmayı beklerken allanıp pullanmış ekran, siyaset, moda ve her yüzyılın kendine göre şöhret bulup takipçiye kavuşmuş batıl düşünce ve izmleri bu kabilden örnek olarak verilebilir. Şu halde Kur’an’ı okuyup anlamakla aramıza giren modern ambalajlara sarılarak takdim edilmiş her şey birer engeldir, bertaraf edilmelidir.
Yorum yok