Aile huzurunun bekasını sağlamanın pek çok püf noktası vardır. Bunlardan bazılarını şöyle sıralayabiliriz:

Ailenizde olan meseleleri, öncelikle aile içinde halletmeye çalışınız. Dünyanın en ideal ailesi dahi, sorunsuz değildir. Sorunsuz bir aile de zaten ideal değildir. Böyle bir aile, ancak öldükten sonra kurulabilir. Önemli olan, hiçbir sorun çıkmayan aile kurmak değil, oluşan problemleri çözebilen bir aile kurmaktır. Bazı meseleler vardır ki, çözümü aile içinde mümkün olmaz. Ashab eğer böyle bir durumla karşılaşırlarsa, bunu toplumun önderine, her ikisinin de kabul ettiği birine götürürlerdi. Bu önderin adı, Peygamber (s.a.v) idi. Aslında bu uygulama, ailede çıkabilecek muhtemel sorunların aşılabilmesi için, her iki tarafın da hükmünü kabul ettiği, boyun eğdiği bir âlime, bir peygamber varisine meseleyi götürmelerini ümmete tavsiye eden, çağlar üstü bir çözüm yönteme işaret ediyordu. “Eğer karı-kocanın aralarının açılmasından korkarsanız, erkeğin ailesinden bir hakem ve kadının ailesinden bir hakem gönderin.” (Nisa, 35)

Evliliği en baştan itibaren bir dost ilişkisi çizgisinde kurmak gerekir. Bunun aksi yapılır ve evlilik daha baştan karşılıklı ezme duygusuna dayandırılırsa, bu doğmadan ölmüş bir ilişkidir. Beri taraftan dünürler de Allah’ın kendilerini akraba ettiğini bilmelidirler. Erkek tarafı “Doğurmadığımız bir kızımız oldu.” derken, kız tarafı da “Doğurmadığımız bir oğlumuz oldu.” demelidir. Gelin ve damat da “Artık benim iki annem, iki babam var.” diyebilirse, bu evlilik mutlu devam edecektir. Hz. Ali bu kabilden olarak, “İyi damat kazanılmış bir erkek çocuğu, kötü damat ise kaybedilmiş bir kız çocuğudur.” buyurmuştur.

Karı ve koca birbirlerini sürekli başkalarıyla karşılaştırmamalı, kıyaslama hatasına düşmemelidir. Bu noktada kadının en çok yaptığı hata kocasını babasıyla kıyaslamakken, erkeğin en çok yaptığı hata da karısını annesi ile kıyaslamaktır.

Temizlik, ailede şiar olmalıdır. Bedeni temizlik de, bu temizlik listesinin başında olmalıdır. Fıtrat, temiz olana düşkündür. Ferdî temizlik, eşlerin birbirlerine duydukları saygının ifadesidir.

Ev hanımlılığı yapmak, bir görevdir. Bu işi, bir meslek olarak telakki etmek gerekir. Şahsiyetli bir kadın, tamamı bir kurgudan ibaret olan “özgürleştirilmesi” etrafında dönüp duran türlü türlü çağdaş dolap karşısında, çocuklarının eğitimini başka adreslere emanet edip “havaleci” bir mantıkla işten kaytaramayacağının şuuru içindedir. Yazık ki modern müslüman kadın, feminizmin etkisiyle ev hanımlığını ve anneliği küçümseme ile burun buruna gelmişler durumdadır. “Cennet annelerin ayakları altındadır.” (Nesâî, Cihad, 6) hadis-i şerifi, İslam’ın salt olarak kadına değil, aile içinde misyonunu eda eden “anne”ye itibar atfettiğini göstermek için kafidir.

Hiçbir ilişki sonsuza kadar tartışma ile yürümez. Tartışma ailenin zelzelesidir. Özellikle eşlerin “Ne kadar iyi tartışırsam o kadar iyi yaparım.” düşüncesi, korkunç bir hatadır. Unutulmamalıdır ki önemli olan kişinin sadece söylediğinin doğru olması değil, üslubunun da doğru olmasıdır.

Kulis (necva, dedikodu) faaliyeti, tüm evlerin en büyük bombasıdır. Özellikle hanımlar evde yaşanan bir hadiseyi yakın çevreye, komşuya, akrabaya yayma eğilimi gösterir ve bunu bir kocayı uslandırma yöntemi olarak kullanırlar. Oysa ailede mahremiyet esastır, problemleri ilgisiz üçüncü şahıslarla paylaşmak ise mahrem olanın ifşası anlamına gelir.

Aile içi şiddetin her türlüsüne karşı duralım: “Sizden biriniz karısını köleyi döver gibi dövmeye kalkışıyor. Belki de o akşam onunla aynı yatakta yatacaktır.” (Buhârî, Tefsîru sûre (91)1) Aile içi şiddeti; yalnızca erkeğin eşine uyguladığı sözlü ve fiili şiddete hamletmemeli, tüm bireyler arasında yaşanan, gücü yetenin, güç yetirdiği üzerinde uyguladığı her türlü baskı ve dayatma olarak anlamak gerekir.

“Nasıl olsa evlendik artık!” rahatlığına paydos ediniz. Çantada keklik anlayışı, evliliği fosilleştirir. “Artık birbirimize istediğimiz gibi davranabiliriz, nasıl olsa evliyiz!” mantığı ailede huzursuzluklar yaşanması için yeterli sebeptir.

Eşlerin uzmanlık konularına karışılmamalıdır. Erkek yemeğin salçasıyla, kadın da kocasının ticaretiyle ilgili sınırı aşan müdahalelerde bulunmamalıdır. Ancak her iki tarafı da ilgilendiren meselelerde istişare devreye girmeli, hanım ve erkek gerektiğinde fikir alışverişinde bulunmalıdırlar.

Mutlu aile nasıl olur, ailede saadet yakalandığında ortaya nasıl bir aile çıkar sorularına yanıt, şüphesiz Efendimiz (s.a.v)’in sorunsuz ve ideal aile hayatında bulunuyor. Şu hadiseyi okuyup da tesiri altında kalmayan bir çift bulmak mümkün müdür: Bir sahabe Efendimiz (s.a.v)’e uzun bir zamandır merak ettiği bir soru sorar: “Ey Allah’ın Elçisi! En çok kimi seviyorsunuz?” Cevapta hiçbir çekingenlik ve kompleks yoktur: “Aişe’yi.” Aynı soru evliliklerinin başında Hz. Ayşe (r.a) tarafından da sorulur. “Beni nasıl seviyorsun ya Rasulallah?” Efendimiz (s.a.v) buyurur: “Kördüğüm gibi.” Hz. Aişe (r.a) aldığı cevaptan o kadar hoşnut olur ki, ilerleyen yıllarda sık sık sorusunu yineler. “Ey Allah’ın Elçisi! Kördüğüm ne alemde?” O (s.a.v) de usanmadan şu yanıtı verir: “İlk günkü gibi!” (M. Yusuf Kandehlevi, a.g.e., III/l00)

Konuyu en ideal eş ve aile reisi olarak Efendimiz (s.a.v)’in şu mübarek beyanları ile noktalayalım: “Sizin en hayırlınız, ailesine karşı en iyi davrananızdır. Ben de ailesine karşı en iyi davrananınızım.” (Tirmizi)

Yorum yok

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir