“Amel” bakımından kimin daha güzel davranacağını denemek için hayatı ihsan eden Rabbimiz, bu ihsanını ilahî bir fermanla tamamlamıştır: “Her canlı ölümü tadacaktır.” (Al-i İmran, 185) Allah’tan başka herkes ve her şey için bu kaçınılmaz sondur: “(Yer) üzerinde bulunan her şey yok olacaktır, sadece Celal ve İkram sahibi Rabbın bakî kalacaktır.” (Rahman, 26-27)

Böylesine kesinlik içindeki ölümün bir başka kesin niteliği de nerede, ne zaman ve nasıl tahakkuk edeceğinin bilinememesidir. “Hiç kimse nerede öleceğini bilmez.” (Lokman, 34) Ecel tamamsa, tehiri asla mümkün değildir. Önce gelmesi zaten düşünülemez. Ne bir saniye önce, ne bir saniye sonra. Daima ve herkes için tam zamanında… Aynı kaide milletler ve ümmetler için de aynı şekilde geçerlidir: “Her ümmetin bir vadesi vardır. Vadeleri gelince (onlar) ne bir an geri kalırlar ne de öne geçerler.” (A’raf, 34)

Hayat yolculuğu ölümle birlikte biter ve insanoğlu, kendisini ebedî ahiret ülkelerine götürecek olan yepyeni bir yolculuğa çıkar. İşte bu yolculuk sırasında mü’min olsun, kâfir olsun herkesin karşılaşıp yaşayacağı bir dizi hadise vardır. Hadis ve âyetlerin bildirmesiyle bilebileceğimiz bu hadiseler hakkında bilgi edinmek, ahiret hayatımız için kendimizi nasıl hazırlamamız gerektiği konusunda bize yardımcı olacaktır:

Ölüm Anı: Bir kimsenin ölüm anı, onun ölümden sonraki hayatı hakkında fikir verir. Çünkü Allah’a inanan kimseyle inanmayanın ölüm sırasındaki hali birbirinden çok farklıdır. Mü’minler ölürken yanlarına melekler gelir: “Korkmayın, üzülmeyin, size vaad edilen Cennetle sevinin.” (Fussilet, 30) diye onlara müjde verir.

Kabir Hayatı: Kabir hayatı, dünya ile âhiret arasında bir engel oluşturduğu için ona ‘berzah hayatı’ da denir. Kabre konan her insan, Münker ve Nekir melekleri tarafından hesaba çekilir. Hesabı kolay verebilirse, kabrinden Cennete bir yol açılır. Cennetin burcu burcu kokularını duymaya başlar. Ona Cennet elbiseleri giydirilir. Gözünün gördüğü yere kadar kabri genişletilir.

Mahşer: O zaman gökten hayat veren bir su indirilecek, herkes âdetâ bitkiler gibi yeniden canlanacak, kemikleri bile çürümüş olan insanlar, Allah’ın izniyle hiç çürümeyecek olan kuyruk sokumundaki hardal tanesi kadar küçücük bir parçadan yeniden canlanacak, kabirlerinde dirilip kalkacaklardır. O gün, sur sesini duyanların gözü dehşetle açılacak; o kimseler dört yana dağılmış çekirgeler gibi kabirlerinden fırlayacaklar ve kendilerini çağırana doğru koşacaklar. O dehşetli zamanda güneş insanları yakıp kavuracak, herkes günahı ölçüsünde tere batacak; kimi topuklarına, kimi dizlerine kadar, kimi beline, köprücük kemiklerine kadar, kimi de ağzına ve kulaklarına kadar tere gömülecektir. Hiçbir gölgenin bulunmadığı o dehşetli günde, Allah Teâlâ bazı kimselere özel ikramda bulunacak; onları Arş’ının gölgesinde dinlendirecektir.

Amel Defteri: Mahşer gününde herkesin önüne, dünyada iken yaptığı bütün iyilik ve kötülükleri gösteren kitapları (amel defterleri) açılacaktır. Herkese: “Oku kitabını! Bugün hesap sorucu olarak sana nefsin yeter” (İsra, 14) denecektir. Daha sonra insanlar, dünyada yaptıklarından dolayı Cenâb-ı Hakk’ın huzurunda hesaba çekilecektir. Ağızlar mühürlenip kapatıldığı için konuşamayacak, onun yerine eller ve ayaklar neler yaptığını bir bir anlatacak, kulaklar, gözler, deriler dile gelip her şeyi haber verecektir. Bu hesaplaşma sonunda kimsenin kimsede hakkı kalmayacak, hattâ boynuzsuz koyun bile, boynuzlu koyundan hakkını alacaktır.

Mizan: Hesap işi bittikten sonra, dünyada yapılan iyilik ve kötülüklerin ölçülüp tartılmasına sıra gelecektir. Allah Teâlâ kıyamet günü son derece doğru ve hassas teraziler kuracak, böylece kimse en küçük bir haksızlığa uğratılmayacaktır. Bir hardal tanesi kadar bile olsa, iyi veya kötü her şey tartıya konacaktır.

Sırat: Sırat, Cehennemin iki yakasına kurulmuş, Peygamber Efendimizin benzetmesiyle, kıldan ince, kılıçtan keskin bir köprüdür. Mü’minler buraya gelince, peygamberler “Allah’ım selâmet ver, selâmet ver!” diye yalvaracaklardır. Sırattan ilk defa Efendimiz (s.a.v) ve ümmeti geçecektir.

Ölüm, kişinin husûsî kıyametidir. Kıyametimizden evvel uyanalım ki nedamete uğrayanlardan olmayalım. Zira her faninin meçhul bir zaman ve mekânda Azrâil’le karşılaşacağı muhakkaktır. Ekseri insanlarda soğuk ürpertilere sebep olan ölüm, inanmış bir gönülde “refîk-ı âlâ”ya, yâni en yüce dosta kavuşma heyecanına dönüşür. Böyle ölümler, Hz. Mevlânâ’nın tâbiriyle “Şeb-i Arûs” yâni düğün gecesidir.

Son söz Efendimiz (s.a.v)’den: “Akıllı kimse ölümü en çok hatırlayan ve ölümden sonrası için çalışandır.” (İbn Mace, Zühd 31)

Yorum yok

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir