Kelime olarak takva, “vikaye” kökünden türemiş olup sözlükte bir şeyi muhafaza etmek, korunmak, sakınmak, himaye etmek, bir şeyi ıslah edip düzene koymak gibi anlamlara gelir. Takva sahibi kimseye “muttaki” denir. Takva, Kur’an-ı Kerim’de 258 defa kullanılmıştır.

İslamî bir kavram olarak ise takva; kişinin Allah’ın himayesine girerek ahirette azab ve cezaya neden olabilecek her türlü şeyden titizlikle korunması, günahlardan kaçınıp iyi ve faydalı işler yapmasıdır. Günlük kullanımımızda takva dediğimizde zihinlerde hemen Allah korkusu canlanır. Gerçekten de bir çeşit korku, takvanın da tabanını oluşturmaktadır denilebilir. Aslında bu korku, bildiğimiz ve tanıdığımız diğer korku türlerinin çok dışındadır. Düşünülecek olursa, korkan, korktuğu şeyden kaçmalı, uzaklaşmak istemelidir. Bir başka deyişle korku hissi, beraberinde bir kaçışı da getirir. Ancak sözünü ettiğimiz Allah korkusu için aynı şeyi söylemek hiç de doğru olmayacaktır. Zira Allah korkusu arttıkça, O’na karşı duyulan sevgi ve muhabbet de artacak, bu korkuyu içinde taşıyan kimse, korktuğu mercie -Allah’a- daha da yakınlaşma çabasında olacaktır. Sözgelimi hırsızdan korkan kimse, onunla arasında engel teşkil etmesi için, kilitler koyar, duvarlar örer; köpekten korkan kimse, onu gördüğü zaman hiç düşünmeden koşarak ondan uzaklaşır. Ancak Allah’tan korkan kimse, her an O’nunla birlikte olmanın yollarını arayacak, yakınlaşmak için her yolu deneyecektir. Demek ki Allah korkusu, O’nun her türlü noksandan münezzeh olan Zatı’nın hak ettiği doğal bir tazim ve pek tabii bir hürmet hissi ile birlikte, O’nun sevgisini kaybetmekten korkmak olarak anlaşılmalıdır.

Takvada ilk sırada gelen, haramları terktir. Bunu, mekruhlardan sakınma takip eder. Daha sonra şüpheliler karşımıza çıkar. Bunların da mekruhlar gibi haramla bir bakıma komşulukları vardır. Hakkında kesin bir hüküm olmayan işlerde, takvaya uygun olanı, haram olma ihtimalini gözeterek o fiilleri terk etmektir. Sonra mübah ve helâl olanlar gelir. Bunlardan yeteri kadar istifade edip israftan sakınmak da takvadandır.

Bu söylediğimizi takvanın merhaleleri olarak nazara vermek de pekala mümkündür. Evvela şirkten takva sağlanır ki, bu ateşle aramıza koymamamız gereken en önemli engeldir. Ardından sağlam bir itikada sahip olduktan sonra masiyetten takva gelir ki, her günahta küfre çıkan bir yol olduğu düşünülürse imanın selameti için bu engelin de koyulması zaruridir. Nihayet son kertede masivadan takva’yı zikredebiliriz. Bu ise yalnız günahlarla değil, esasen yasaklanmamış bile olsa Allah ile arasına girdiğini anladığında hemen her şeyle arasına mesafe koyan kimsenin kıvamının adıdır.

“Muhakkak ki, Allah yanında en değerli olanınız, takvaca en ileri olanınızdır.” (Hucurat, 13)

Her insan, doğuştan Allah-u Teâlâ’ya aynı uzaklıktadır. Kimse imtiyazlı doğmaz, daha iyi muamele görmek üzere torpil yaptıramaz. Modern hayatta para, titri ve makama göre payeler dağıtılırken, İslam’a göre ancak kişinin kendi çalışmaları neticesinde değeri artar veya eksilir. Kur’an, kendisini dinleyen herkesi mevki, toplumsal statü, zenginlik, ırk gibi farklılıklardan kaynaklanan üstünlüklerini tamamıyla silmeye çağırmakta ve hepsinin yerine yegâne değer ölçüsü olarak insanın kendi niyet, gayret ve çalışmasının ürünü olarak elde edilen takva bilincini koymayı önermektedir.

Yorum yok

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir