İhlâs, tüm mü’minleri ilgilendiren ibadetler üstü bir emirdir. Yalnız sufileri ya da ehl-i taîk’i alakadar eden, muttaki ve ariflerin harcı sayılan bir lüks gibi algılanmamalıdır. Zira Cenab-ı Hak, “Halbuki onlara ancak, dini yalnız O’na has kılarak (ihlas ile) Allah’a kulluk etmeleri emrolunmuştu.” (Beyyine, 5) buyurarak iman eden herkesi ihlasla memur kılmıştır. İhlas, kalbin saflığını bozan karışmış kirlerden onu arındırmaktır. Kendisine başka bir şeyin karıştığı tasavvur edilen her şey, karışığından arınıp ondan kurtulunca halis diye adlandırılır. Bir başka deyişle, niyetin nefsin ve şeytanın her türlü parazitinden ve karıştırmak istedikleri virüslerden arındırılmasına “ihlâs” denir. Dolayısıyla nereden bakarsanız bakın, ihlâs niyetle kopmaz bir bağ içindedir.
İhlâs öyle bir zırhdır ki, İblis’in keskin dişleri ona işlemez. Çünkü Kur’an, ancak muhlis/muhles kulların O’nun iğvasından ve hilelerinden korunabileceklerini açıkça beyan eder:
“İblis, Yâ Rabbi dedi, beni azdırmana karşılık, yemin ederim ki ben de dünyada onlara günahları süsleyeceğim ve ancak senin ihlâsa erdirdiğin kulların müstesnâ, onların hepsini azdıracağım!..” (Hicr, 40-42)
İhlâsdan yoksun ameller, sahibinin nazarında, insanların bakışında Uhud kadar da olsalar, mizanda tüy cesametinde kalırlar. Bu insanlar niyetlerini kontrol etmeksizin salih amel sandıkları işlerin peşinden koşarak ömürlerini tüketir ve kâra geçtiklerini sanarlar, oysa ahirette tam bir hüsran ve iflas yaşarlar: “Size amelce en çok kayıpta bulunanları haber vereyim mi? Onlar o kimselerdir ki, Dünya hayatında çalışmaları boşa gitmiştir. Hâlbuki onlar sağlam iş yaptıklarını sanıyorlardı.” (Kehf, 103- 104)
Bu cümleden olarak biz kullar nazarında en büyük salih amellerden sayılan canını Allah yolunda vermek, insanlara ilim öğretmek ve fakiri yoksulu koruyup gözetmek gibi amellerin dahi ihlâs sırrından yoksun kaldığında sahibinin yüzüne bir paçavra misali çarpılacağı Efendimiz (s.a.v) tarafından sahih hadislerde bildirilmiştir. Evet şehid, alim ve cömert kimsenin ihlâsdan uzak amelleriyle yüzleştiklerinde nasıl acıklı bir son yaşayacaklarını ve nedamet içinde ateşe uğurlanacaklarını Sadık-ı Masdûk Efendimiz (s.a.v) haber vermektedir. “İnsanlardan bazıları vardır ki, halkın görüşüne göre cennet ehline yaraşan hayırlı işler yaparlar. Hâlbuki onlar o işlerini yaparken taşıdıkları niyetleri sebebiyle cehennemliktir.” (Müslim) buyuran Hz. Peygamber, ameline riya karıştıran kimseye ahirette ne söyleneceğini de haber vermektedir: “İbadetine riya karıştırana ahirette denir ki: Git sevabını o kişiden iste.” (et-Terğib vet-Terhib)
Abdullah bin Mübârek’in diliyle söylersek, “Nice küçük ameller vardır ki, niyetler onları büyültür. Nice büyük görünen ameller vardır ki, niyetler onları küçültür.”
İnsan riya batağına düşmeyegörsün, Allah için bakma, Allah için konuşma, Allah için gitme-gelme iksiriyle basit işlerini bile ibadete çevirme iksirini kaybetmeyegörsün; evet o zaman bazen kendisi gibi günahkar ve ölümlü bir kul için, bazen geçici bir makam için, bazen de bir çift övgü dolu söz için nice zahmetlere katlanır; bir olanın kulluğunu terk edince bilmem ki kaç kapıda kul haline gelir. Demek ki inanan insan, niyeti ve ihlası sayesinde muvakkat bir hayatla ebedî saadet ve ölümsüzlüğü avladığı gibi, inkâr eden insan da niyeti sebebiyle ebedî şekâvet ve talihsizliğe düşecektir. Zira son dakikalarında bile kalbi, kulluk şuuruyla dolu olan bir insan, binlerce yıl ömrü olsa, yine aynı ibadet-ü taat çizgisinde yaşama niyeti taşımaktadır. O halde bizler Allah’ın rahmetine ihlâs ve niyetlerimiz sayesinde nail olmaktayız.
Yorum yok