“Hayır, bu Kur’ân kendilerine gerçek vahiy bilgisi verilenlerin (ilim ehlinin) göğüslerinde ışıldayan, açık açık ayetlerdir.” Ankebut, 49
“Kulları arasında yalnızca, anlama ve kavrama yeteneğine yani geniş, kapsamlı vahiy bilgisine sahip olanlar (alimler), Allah’tan gereği biçimde korkarlar. Çünkü Allah güçlüdür, O’nun gücüne hiçbir güç erişemez ve O Allah çok bağışlayandır.” Fatır, 28
Kur’an’ın toplumları imar etme gücünü kavrayabilmek için, indirildiği ilk toplum olan sahabe toplumunun vahiyden önce ve sonraki hallerinin sağlıklı bir tarih bilgisiyle taranması, ardından da yine sağlıklı bir usul takip edilerek günümüz sosyal yapısına uyarlanması gerekmektedir. Bu iş, genelde tüm inananların, özelde ise sorumlu kimselerin (yönetici ve ilim ehli) mesuliyet sahalarına girmektedir. Fakat biz, konumuz itibariyle bu iki etkin zümreden olan ilim ehlinin sıfatlarını ve O’nun Kur’an’ı topluma, toplumu da Kur’an’a kazandırma gayretini irdeleyeceğiz.
Çalışması ve çabası ile halkın arasında/halktan biri olan âlim, düşüncesi ve derin tefekkür seansları ile halkı inşa edecek proje olan vahyi, satır satır, dize dize toplumun, sosyolojik gerçeklerin üzerine nakşeden kimsedir. Bir başka deyişle, Mimar-ı Ekber’in, ortaya koyduğu imar krokisini (kitabı), bir müteahhit edasıyla her nüansına riayet ederek halkın üzerinde inşaya dönüştürendir.
Âlim, Kur’an’ın indiriliş amacının gerçekleşebilmesi için, olmazsa olmaz bir araçtır. Çünkü kitap, her zaman/her insan için bir öğretmen olamayabilir. Evet, O kendisini ‘anlaşılır ve açık bir öğüt’ olarak tanımlar. Fakat her okuyanın anladığı Kur’an bir yana, belki O, ancak öğreticinin el kitabı olduğunda topluma ihtiyaç duyduğu ışığı tutacaktır. Yani kitabın, cevherlerini bir öznenin eliyle hayata yansıtmaya ihtiyacı vardır. Elbet O, kelam-ı Hüda’dır. Ancak, unutulmamalıdır ki Kur’an, her dönemde nebevi misyona talip, hasbi ruhlu kimseleri aramaktadır.
Bu sebeple âlim, toplumların imarının kendi eliyle gerçekleşeceği kişidir. O hep hareketin ortasındadır. Çünkü vizyonu, varlığı bunu gerektirir. Hayatın en yoğun aktığı, en yoğun yaşandığı yerde o vardır. En kalabalık mekânlarda olmak zorundadır. Kitap hakkı için, sosyal hayatın her katmanıyla münasebete geçmek zorundadır.
İlim adamı, her ne tür ilmin uzmanı olursa olsun, Müslüman ön kimliği sebebiyle bu ilmi kariyerini, bir ucundan Kur’an ile ilintilendirmek mecburiyetindedir. O, toplum aynasında Kur’an’ın akis bulabilmesi için, aynayı bir arkasından, bir sağından, bir solundan ve bir önünden tutarak, tabir-i amiyane ile çekiştirerek hakikat pırıltısının onda yansımasına gayret eder. Nur, zaten nurdur. O /kitab/ hep ışık, lazım olansa, ışığa talip bir karanlık… Yani Kur’an, leyl’i nehar’a çevirecek güçtedir, lakin ışığının geceyle buluşturulması, bir el ile fitilinin tutuşturulması gerekmektedir.
O (âlim) bilir ki tüm ilimlerin anası vahiy, Kur’an’dır. Ve O öz, hayatla buluşturulduğu ölçüde mayalanacaktır. Keza, hayat da O öze kavuştuğunda hayat olacaktır. Özsüz, Kur’an’sız bir hayat yaşayan kimse için, yaşamış demek uygun düşmeyecektir. Böyle bir kimse, olsa olsa biyolojik oluşumu ile tattığı anlık lezzetleri hayat sanıp, sonra, o hayat olarak vehmettiği çukurun içinde boğulmuştur.
Hayat, Allah ile anlamlı, Allah ile değerli, Allah ile yaşanmaya değer, Allah ile dolu… Allah çıkarılınca içinden, kenarına meal düşülmemiş yabancı ve anlamsız bir metne dönüşüveriyor hayat. İşte Kur’an, tam da bu noktada devreye girer ve bizler, hayatı Kur’an’la anlamlandırırız. Ne zamanki O ve O’na dair gerçekler yansıtılır yaşama, o vakit her parçası, her harfi şerh olunur, manaya kavuşur, her lahza ayrı bir manaya şahid olur… İşte bunun için ilim ehli, sadece kendi hayatını anlama kavuşturmakla iktifa etmeyip, anlamsız tüm hayatlar için bir mana seferberliğine soyunandır. Aksi bencilliktir, hayata ve üçüncü şahıslara aktarılmayan ilim, sahibinin anlamlı hayatından anlamlar çalacak ve bencillik/belki tembellik manayı yitirmeye sebep olacaktır.
Âlim, bir hayata bakar vahiy izleri bulabilmek için, bir vahye koşar hayata uygulamak için. İlim ehlininki, Kitab ve muhatap arasında, güzel bir toplum motifi için bitmek bilmeyen, kendini üreten ve yenileyen, bir mekik dokumadır.
Dünya hayatı geçici ve aldatıcı olması yönüyle olmasa da, ebediyeti kazanma mahalli olması veçhiyle sahiplendiğimiz, iyiliğini istediğimiz bir mekân olma özelliğine sahiptir. Bu nedenle dünyaya ait gündem maddelerine de gerekli önemi vermelidir âlim kişi. Siyaset, riyaset, sanat, ekonomi v.b. hususlarda da uyanık ve agâh bulunmalıdır. Yaşamdan kopuk bir ilim, Efendimiz (s.a.v)’in kendisinden Rabbine sığındığı faydasız ilimdir. Hayattan kopuk âlim ise buna kıyasla, toplumların kendisi hakkında Rablerine şikâyette bulunacakları kimseye dönüşür. Aslında her bir değer ve/veya teori, yaşamdan uzaklaştırıldığı ölçüde unutulmaya, tutunamamaya mahkûmdur.
Şimdi, vahiy özünden ayrılalı yıllar olmuş bu hayatı, kupkuru dallara dönen bu yaşamı, yeniden özüne, suyuna kavuşturacak kişi (ya da kişiler), hangi sıfatlarla muttasıf olmalıdır? O, kaba cüsseli kitapların üzerine kapanmış bilgiç değil, kütüphaneleri mesken tutmuş okur değil, unvanını pekiştirecek tezi hazırlama çabasında biri değil, yazdığı kitapların ilmi ve akademik seviyesi ile iftihar eden kimse de değil..
O, Nebi ahlakıyla ‘vahyi eksiksiz olarak’ hayata taşıyan, ne seviyeye gelirse gelsin, daima kaynakla iletişim halinde olan, Hakk için halka hizmet etmeyi en büyük paye bilen kimsedir.
O, her şeyden önce, içinde bulunduğu toplumu tarihi ve şimdisi ile çok iyi analiz edebilmelidir. Toplumun yapısını, ihtiyaçlarını bilmelidir ki, vahyi hayata taşımak için en uygun projeyi üretebilsin. Zira Kur’an, paket bir program, fikrin ve fikir insanının gerekliliğini ortadan kaldıracak kadar, muhatabını tembelliğe sürükleyen hazır bir deva değildir. Yapı ve eğilimleri birbirlerinden çok farklı toplumlara direkt uygulanabilir nitelikte, her hastaya iyi gelecek bir ilaç da değildir. Reçete, iyi tahlil ve tesbit edilmelidir ki, söz konusu ilaç, doğasındaki şifayı muhataba sirayet ettirsin.
Vahiy, farklı eğilimlere sahip toplumları inceleyerek, kurtuluş ve helak sebeplerini sıralamıştır. Ancak hiçbir zaman, her topluma uygulanabilir, düşünmeye ve üretmeye gerek kalmaksızın elimizin altında hazır çözümler de öne sürmemiştir. Söz gelimi, büyük bir kısmı kıssalara ayrılan bu kitabın, her kıssasını, kıssada profili çizilen tüm şahısları ve rollerini nazarı hikmetle okuyabilecek bir düşünce gücü şarttır. Bu sebepledir ki, Kur’an mealini okuyup anlamak başka şey, O’nun hakikatte ne demek istediğini anlamaksa başka şeydir. Âlim, Kur’an’ın hayatı şekillendirecek işaretlerini anlayacak gücü, yine Kur’an’ın eğitim tezgâhından geçerek kazanmıştır. Sağlam bir inanç ve antrenmanlı bir zihin, Kitab gerçeklerini algılamada, O’ndan olması gerektiği gibi istifade etmede en temel azıklar olsa gerektir. Hayatı anlaşılır kılmak için, Kur’an’ın bünyesinde saklı bulunan çözüm önerilerini, vahiy gözlüğüyle hayata bakabilen bir âlimin değerlendirmeye tabi tutması ve birleştiriciliğini kullanarak en uygun olanlarını, hastalığını bildiği halka sunması icap etmektedir.
Âlimin sözü edilen vazifesini icra için yapması gerekense, muhatabı olan kitleyi tanımasıdır. Bu nedenle âlimler hayatı tanırlar. Tanımanın yolu da, beraber olmadan, gözlemlemeden geçer. Toplumun ihyasını amaçlayan kimse, toplumun her kesimi ile muaşeret kurmalı, paylaşımlarda bulunmalıdır. Gençlerle olduğu kadar, ihtiyarlarla da, ilim ehliyle olduğu kadar avamla da, varlıklı insanlarla olduğu kadar fukarayla da, memuruyla olduğu kadar esnafıyla da beraber olmalıdır. Bu zengin toplum katmanları, kişiye hayatı vahye uydurma amaçlı hizmet planlarında, oldukça zengin bir düşünce dünyası ve oldukça geniş bir perspektif kazandıracaktır.
Hizmet sevdalısı, vahiy özlemlisi kimseler bilmelidirler ki, Kur’an’dan istifade edebilmek için, O’na O’nun istediği gibi yaklaşmak bir mecburiyettir. Vahiy, ancak bu şekilde yapıldığında, ölü toplumlara diriltici özelliğini yansıtacaktır. İlim öğrenmenin belki de en kolay gerçekleştiği çağımızda; ilmini hayata yansıtacak, Kur’an’ı yaşayarak şerh edecek, ne Hak’tan ne halktan kopmayacak kimselerin yokluğu, toplumların belini bükmekte ve önü alınamaz bir şekilde uçuruma doğru atılan adımları hızlandırmaktadır. Kur’an’ı hayatla anlayan/anlatan birilerinin (bizlerin), hayatı da Kur’an’la anlayarak/anlamlandırarak bu kahredici manzarayı değiştirmeleri gerekmektedir. Hayatı Kur’an’sız, Kur’an’ı da hayatsız bırakmayalım. Vesselam…
Yorum yok