​İnsanın, günahtan bütün bütün uzak kalması mümkün değildir.

Zaten o, melekler gibi günahtan masun tutulmamıştır. Bu açıdan o her zaman hata işlemekle yüz yüzedir. Bu gerçeği ifade eden Sevgili Peygamberimiz (s.a.v), “Bütün Âdemoğulları günahkârdır, günahkârların en hayırlıları ise tevbe edenlerdir.” (İbn Mâce) buyurmaktadır. İnsan için asıl önemli olan, sürçüp düştükten sonra tekrar ayağa kalkmak ve eskisinden daha bir temkinle yoluna devam edebilmektir. İşte, onu meleklerden daha yüksek seviyeye ulaştıracak şey de bu, yani tevbedir.

​Sözlükte “dönüş ve yöneliş” anlamına gelen tevbe, dinî terim olarak “günahtan Allah’a dönme” anlamıyla meşhur olmuştur. Bizim inancımıza göre nasuh (samimi) tevbesinde bulunan bir insan, yapmış olduğu günah ve kusurlardan kurtulup o günah ve hataları hiç yapmamış gibi tertemiz olur. Nitekim bu hususta Peygamber Efendimiz, “Günahtan tam dönen ve tevbe eden, o günahı hiç işlememiş gibidir.” (İbn Mace) buyurur.

​Ancak böyle bir imkanın elimizde olması, bize günahları hafife alma hakkı tanımaz. Abdullah b. Mes’ûd (r.a) bu hususta şu mükemmel tesbiti yapar: “Mü’min kimse günahlarını hayalinde öylesine büyütür ki, sanki kendisi bir dağın eteğinde oturuyormuş da dağ üzerine çökecekmiş zanneder. Günaha düşkün kimse ise günahlarını, burnunun üstüne konan bir sinek gibi görür”
​Rabbimiz kullarını tevbeye çağırmakta, ateşe doğru koşmalarına razı olmadığını beyan etmektedir: “De ki: “Ey çok günah işleyerek kendi öz canlarına kötülük etmede ileri giden kullarım! Allah’ın rahmetinden ümidinizi kesmeyiniz. Allah dilerse bütün günahları mağfiret eder. Çünkü O, çok affedicidir, merhamet ve ihsanı fazladır.” (Zümer, 53)

​Hatta bir hadiste Allah Resulü (s.a.v), kullarının tevbesi karşısında Allah’ın ne kadar hoşnut olduğunu şöyle bir örnekle anlatmıştır: “Allah’ın kulunun tevbesine sevinmesi şuna benzer: Bir insan azığını, su tulumunu bir deveye yüklemiş, sonra yolculuğa çıkmıştır. Nihayet çorak bir yere vardığında uykusu gelmiş, devesinden inerek bir ağacın altında istirahata çekilmiştir. Kalktığında devesinin kaybolduğunu görmüş ve değişik tepelere koşarak onu aradığı halde bulamamış ve yorgun bir vaziyette, ağacın altına yatmıştır. Tekrar uyandığında devesini yanı başında durduğunu görüp de yularından yapışıp, son derece sevinerek, yanışlıkla; “Ey Allah! Sen benim kulumsun, ben senin Rabbinim.” demiştir. İşte Yüce Allah, kendisine tevbe eden kuluna, devesini kaybettikten sonra bulan adamdan daha fazla sevinir.” (Buhârî)

​Tevbenin Allah katında makbul olması için alimlerimiz bazı şartlar ortaya koymuşlardır. Şayet işlenen günah sadece kul ile Allah arasında olup, kulluk vazifelerinin ihmaline yönelikse şartlar şu şekildedir:
​1. O günahı işlediğine pişmanlık duymak
​2. Tevbe edilen günahı kesinlikle terk etmek
​3. Tevbe edilen günaha kesinlikle dönmeme kararı

​Ancak işlenen günah bir kulun hakkına girme neticesini doğurmuşsa, o zaman bu şartların belki de en tepesine kul hakkını ödemek şeklinde dördüncü bir maddeyi de eklemek gerekecektir. Bir gasp varsa mağdur durumda bırakılan şahsa iade edilmeli, arkasından konuşulmuş, iftira edilmişse helallik dilenmelidir.
​Bütün bu hususlar göz önünde bulundurarak yapılacak bir tevbenin, can boğaza gelmedikçe, bir başka deyişle güneş batıdan doğmadıkça makbul olacağı hüsn-ü zannını taşımak gerekmektedir. Tevbenin ardından, günahlardan temizlenip temizlenilmediği kuşkusu yersizdir. Artık bize düşen, bir an bile ertelemeden tevbe kurnasına koşup günah kirlerinden arınmak ve yüce Allah’ın bu lütfunu samimiyetsiz ve arkasında durulmayan imitasyon tevbelerle istismara yeltenmemektir.

Yorum yok

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir